Hep tartışma konusudur,
Kriz var mı yok mu?
Özellikle depo ve stok yönetimi, satın alma yönetimi ve planlamanın durum tahlilleri doğru olmadan başarılı yönetilmesi olanaksızdır. O nedenle bu tahlil yapılmaktadır.
Herkes kendi konumuna göre yorum yapmakta.
İçinde bulunduğumuz durumu 2001 krizi ile karşılaştırmak olası mıdır?
Elbette kıyaslamak kabildir.
Bu kıyaslamada rakamlara ve teknik anlatımlara boğulmadan neler olup bittiğine bakmakta yarar var. Zira rakamlar ve teknik anlatımlara fazla girildiğinde takip zorlaşmakta ve sonuç konusunda düzenli bir çıkarım yapılamamaktadır.
Öncelikle 2001 krizi çok büyük bir dalgalanmaydı. Lakin çok sıkıntılı bir dönemin ardından (1990’lar) ekonominin istikrara kavuşma dönemiydi. Ancak ülkenin büyük sermayesi bir türlü enflasyonun normal sınırlara ineceğine inanmadı ve duruma direnç gösterdi. Takip eden dönemde 2003 yılında ki kur dalgalanmasında oldukça büyük bedel de ödedi. Denilen odur ki, sadece eski siyasiler değil, büyük sermaye de büyük bedel ödedi.
Yitip giden bankalar, şirketler ve markaları hatırlarsanız ne demek istediğimiz anlaşılabilir.
Uluslararası ekonomik konjonktür’ün de yardımıyla aslında 2001 krizini ülkemiz oldukça kolay atlattı. Eldeki deprem yardım fonlarının da büyük yardımıyla işler hızla düzene sokuldu. En önemi konu, merkezi yönetimler bu konuda ekonominin gerçeklerine uygun davrandılar ve olması gereken şeffaflık ve doğru bilgiler, bu konuda belirleyici oldu.
2019’a geldiğimizde işler oldukça farklılaşmaya başladı. Kamu merkezi yönetimi artık demokratik geleneklerin dışına çıktı. Kamu 2001 döneminin tanımlamasını siyaseten yapmayı reddetti. Bunun nedeni o büyük krize varlık sebebi olarak borçluydu. Gerek siyasetin parlamenter sistemden başkanlığa geçişi, gerekse de başkanın her türlü mikro sorunla takıntılı ilgilenme merakı ve de en önemişi seçim kaybetmeyi bir türlü kabullenememesi içinde bulunduğumuz durumu meydana getirdi.
2001 krizinin devamında alınmış olan tedbirlerin devam kararlarının bir türlü alınamaması aslında hangi mantıkla açıklanabilir bir durumdur hala anlaşılmış değil. Enerji ve bir takım hizmetlerin üzerindeki yükler olduğu gibi kaldı. Merkezi kamu yönetimi bu gelirlerden hoşlanmış da olabilir. Dönemde paranın göreceli ucuzluğu ve uluslararası ticaretin hızı bu konuda yanılmalara neden olmuş olabilir. Ama şimdi görüyoruz ki bu yükler ürünlerin üstünden alınmadığı için ek yükler getirerek tasarruf yapılması olasılığı hiç yoktur. Aksine yük o kadar ağır ki, otomobil, beyaz eşya ve akaryakıt üzerindeki yükler azaltılmaya gidildi. Ne yaman çelişki ve açmaz. Siyaseten bunun yapılmış olması da ekonomiye ihanetin belgesi gibidir.
Kerameti kendinden menkul kararlar alıp, her yaptığının doğru olduğunu zannetmek kibir ve de büyük yanılgısı çok büyük sıkıntı.
Ayrıca 2002 den bu yana enflasyon hesabıyla o kadar oynandı ki, neredeyse her ay farklı veri setiyle hesap yapıldı. Bu da siyaseten yapıldı. Yeter ki enflasyon düşük çıksın? İyi de insanlar yaptıkları harcamadan bunu anlamayacak mı? Algı yönetimi bir yere kadar işe yarar. Malzeme iyi değilse, algı yönetimi hiçbir işe yaramaz.
Bunun yanında merkezi kamu yönetiminin tipik hataları da var.
Ülkeye milyonlarca mülteciyi kabul etmek, tarım politikalarında uygun teşvikler ve kararların verilmemesi (patates ekim yasağı gibi) ve enflasyon ile alakasız faiz kararları gibi. Özellikle ekonomi yönetiminde bağımsız kuruluşların önemi bu noktada bir kere daha kanıtlandı. Eğer Merkez İhtiyat Akçelerini kullanmak durumunda kalmışsa, kamu bankaları neredeyse batık bilançolar veriyorsa, ne demek istediğimiz anlaşılabilir. Diğer yandan uygun kararlar alınacağına, çeşitli borç operasyonlarıyla elde edilen dövizleri uzak doğu üzerinden ülkemizdeki mesai saatlerinin dışından manipüle edilmesi ise, hayretler verici uygulamalardır. Bu uygulamalar ancak yerinizde saymanıza vesile olmasına rağmen çok büyük zararlar vermesine seçim kazanmak adına mı katlanılıyor? Seçim kaybetmemek adına ülkenin kamu bankalarının tümden batmasına göz yummak da neden? Diğer yandan ülkeye giren dövizin kalitesinde de bir sıkıntı olmaya başladı. Neden acaba kamu yönetimi Katar’dan gelen dövizlerin hangi kaynaktan ve neden geldiğini araştırmaz? Sonuçlarını bildiği için olabilir mi acaba?
Düzeltilmesi gereken o kadar çok husus var ve yapılmıyor ki, 23 Haziran sonrası baş döndürücü hızla kararlar alınacak gibi. Öyle anlaşılıyor ki bu gelinen durumdan para basmadan çıkamayacağız. Maalesef zamanında alınamayan kararların sonucu hem ülke parasının değeri düşecek, hem de faizler artacak. Bu durumu dış siyasi ilişkiler ile de tetiklemeye devam edilmesi de bir başka garabet. Dostlarınızın sayısını arttıracağınıza eyyy siyaseti ile karşı cepheyi arttırma gayreti de anlaşılabilir gibi değil. Elbette bütün bu hususların iç siyasete dönük popülizm olduğu tartışmasız bir gerçek.
Büyük bir sarsıntı olacağı kesin. Şu ana kadar bu durumun göstergeleri ortaya çıkmadı.
Tanrı hepimizi korusun
Metin Çavuşlar‘dan alıntıdır.